أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ ، قَالَ : بَيْنَمَا نَحْنُ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذْ قَامَ رَجُلٌ مِنَ الأَعْرَابِ فَقَالَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، اقْضِ لِي بِكِتَابِ اللَّهِ ، فَقَامَ خَصْمُهُ فَقَالَ : صَدَقَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، اقْضِ لَهُ بِكِتَابِ اللَّهِ وَأْذَنْ لِي ، فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : " قُلْ " ، فَقَالَ : إِنَّ ابْنِي كَانَ عَسِيفًا عَلَى هَذَا ، - وَالعَسِيفُ : الأَجِيرُ - فَزَنَى بِامْرَأَتِهِ ، فَأَخْبَرُونِي أَنَّ عَلَى ابْنِي الرَّجْمَ ، فَافْتَدَيْتُ مِنْهُ بِمِائَةٍ مِنَ الغَنَمِ وَوَلِيدَةٍ ، ثُمَّ سَأَلْتُ أَهْلَ العِلْمِ ، فَأَخْبَرُونِي أَنَّ عَلَى امْرَأَتِهِ الرَّجْمَ ، وَأَنَّمَا عَلَى ابْنِي جَلْدُ مِائَةٍ وَتَغْرِيبُ عَامٍ ، فَقَالَ : " وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَأَقْضِيَنَّ بَيْنَكُمَا بِكِتَابِ اللَّهِ ، أَمَّا الوَلِيدَةُ وَالغَنَمُ فَرُدُّوهَا ، وَأَمَّا ابْنُكَ فَعَلَيْهِ جَلْدُ مِائَةٍ ، وَتَغْرِيبُ عَامٍ ، وَأَمَّا أَنْتَ يَا أُنَيْسُ - لِرَجُلٍ مِنْ أَسْلَمَ - فَاغْدُ عَلَى امْرَأَةِ هَذَا ، فَإِنِ اعْتَرَفَتْ فَارْجُمْهَا " فَغَدَا عَلَيْهَا أُنَيْسٌ فَاعْتَرَفَتْ فَرَجَمَهَا
وحَدَّثَنَا أَبُو اليَمَانِ ، أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، أَخْبَرَنِي عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُتْبَةَ بْنِ مَسْعُودٍ ، أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ ، قَالَ : بَيْنَمَا نَحْنُ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ إِذْ قَامَ رَجُلٌ مِنَ الأَعْرَابِ فَقَالَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، اقْضِ لِي بِكِتَابِ اللَّهِ ، فَقَامَ خَصْمُهُ فَقَالَ : صَدَقَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، اقْضِ لَهُ بِكِتَابِ اللَّهِ وَأْذَنْ لِي ، فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ : قُلْ ، فَقَالَ : إِنَّ ابْنِي كَانَ عَسِيفًا عَلَى هَذَا ، - وَالعَسِيفُ : الأَجِيرُ - فَزَنَى بِامْرَأَتِهِ ، فَأَخْبَرُونِي أَنَّ عَلَى ابْنِي الرَّجْمَ ، فَافْتَدَيْتُ مِنْهُ بِمِائَةٍ مِنَ الغَنَمِ وَوَلِيدَةٍ ، ثُمَّ سَأَلْتُ أَهْلَ العِلْمِ ، فَأَخْبَرُونِي أَنَّ عَلَى امْرَأَتِهِ الرَّجْمَ ، وَأَنَّمَا عَلَى ابْنِي جَلْدُ مِائَةٍ وَتَغْرِيبُ عَامٍ ، فَقَالَ : وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَأَقْضِيَنَّ بَيْنَكُمَا بِكِتَابِ اللَّهِ ، أَمَّا الوَلِيدَةُ وَالغَنَمُ فَرُدُّوهَا ، وَأَمَّا ابْنُكَ فَعَلَيْهِ جَلْدُ مِائَةٍ ، وَتَغْرِيبُ عَامٍ ، وَأَمَّا أَنْتَ يَا أُنَيْسُ - لِرَجُلٍ مِنْ أَسْلَمَ - فَاغْدُ عَلَى امْرَأَةِ هَذَا ، فَإِنِ اعْتَرَفَتْ فَارْجُمْهَا فَغَدَا عَلَيْهَا أُنَيْسٌ فَاعْتَرَفَتْ فَرَجَمَهَا
وَحَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ، أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، أَخْبَرَنِي عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُتْبَةَ بْنِ مَسْعُودٍ، أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ، قَالَ بَيْنَمَا نَحْنُ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ ﷺ إِذْ قَامَ رَجُلٌ مِنَ الأَعْرَابِ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ اقْضِ لِي بِكِتَابِ اللَّهِ. فَقَامَ خَصْمُهُ فَقَالَ صَدَقَ يَا رَسُولَ اللَّهِ، اقْضِ لَهُ بِكِتَابِ اللَّهِ، وَأْذَنْ لِي. فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ ﷺ " قُلْ ". فَقَالَ إِنَّ ابْنِي كَانَ عَسِيفًا عَلَى هَذَا ـ وَالْعَسِيفُ الأَجِيرُ ـ فَزَنَى بِامْرَأَتِهِ فَأَخْبَرُونِي أَنَّ عَلَى ابْنِي الرَّجْمَ، فَافْتَدَيْتُ مِنْهُ بِمِائَةٍ مِنَ الْغَنَمِ وَوَلِيدَةٍ، ثُمَّ سَأَلْتُ أَهْلَ الْعِلْمِ فَأَخْبَرُونِي أَنَّ عَلَى امْرَأَتِهِ الرَّجْمَ، وَأَنَّمَا عَلَى ابْنِي جَلْدُ مِائَةٍ وَتَغْرِيبُ عَامٍ. فَقَالَ " وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لأَقْضِيَنَّ بَيْنَكُمَا بِكِتَابِ اللَّهِ، أَمَّا الْوَلِيدَةُ وَالْغَنَمُ فَرُدُّوهَا، وَأَمَّا ابْنُكَ فَعَلَيْهِ جَلْدُ مِائَةٍ وَتَغْرِيبُ عَامٍ، وَأَمَّا أَنْتَ يَا أُنَيْسُ ـ لِرَجُلٍ مِنْ أَسْلَمَ ـ فَاغْدُ عَلَى امْرَأَةِ هَذَا، فَإِنِ اعْتَرَفَتْ فَارْجُمْهَا ". فَغَدَا عَلَيْهَا أُنَيْسٌ فَاعْتَرَفَتْ فَرَجَمَهَا.
Narrated Abu Huraira:While we were with Allah's Messenger (ﷺ) a bedouin got up and said, "O Allah's Messenger (ﷺ)! Settle my case according to Allah's Book (Laws)." Then his opponent got up and said, "O Allah's Messenger (ﷺ)! He has said the truth! Settle his case according to Allah's Book (Laws.) and allow me to speak," He said, "My son was a laborer for this man and he committed illegal sexual intercourse with his wife. The people told me that my son should be stoned to death but I ransomed him with one-hundred sheep and a slave girl. Then I asked the religious learned people and they told me that his wife should be stoned to death and my son should receive one-hundred lashes and be sentenced to one year of exile.' The Prophet (ﷺ) said, "By Him in Whose Hands my life is, I will judge between you according to Allah's Book (Laws): As for the slave girl and the sheep, they are to be returned; and as for your son, he shall receive onehundred lashes and will be exiled for one year. You, O Unais!" addressing a man from Bani Aslam, "Go tomorrow morning to the wife of this (man) and if she confesses, then stone her to death." The next morning Unais went to the wife and she confessed, and he stoned her to death
Ebu Hureyre şöyle demiştir: Bizler Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda bulunduğumuz bir sırada birden bedevilerden bir adam ayağa kalktı ve "Ya Resulallah! Benim için Allah'ın kitabı ile hükmet!" dedi. Akabinde davalısı olan kişi de ayağa kalktı ve "Ya Resulallah! Hasmım doğru söyledi. Sen onun için Allah'ın kitabıyla hükmet ve (konuşmak üzere) bana izin ver!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ona "Söyle!" buyurdu. O da şöyle dedi: Benim oğlum bu kişinin yanında ücretle çalışan bir kimse idi. Oğlum bunun karısıyla zina etmiş. İnsanlar bana oğlumun recm edilmesi gerektiğini haber verdiler. Ben de bu adama (oğlum adına) yüz koyun ve bir de cariyeyi fidye vererek oğlumu bu cezadan kurtardım. Bundan sonra meseleyi bilenlere sordum. Onlar bana. onun karısına recm cezası gerektiğini, benim oğluma da ancak yüz değnek vurulma ile bir yıl sürgüne gönderme cezası gerektiğini haber verdiler" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Canım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki ben sizin aranızda elbette Allah'ın kitabıyla hükmedeceğim: Cariye ile koyunları kendi sahibine geri veriniz. Senin oğluna gelince; Onun cezası yüz sopa ve bir yıl gurbete sürgün edilmedir" buyurdu. Bundan sonra -Esrem kabilesinden birisi olan- Uneys'e "Bu adamın karısına git! (Tahkikatını yap) eğer kadın suçunu itiraf ederse onu recm et!" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Haber-i vahidin caizliği" Başlıkta geçen "el-idıze" kelimesinden maksat haber-i vahidle amel etmenin ve onun delil değeri taşıdığını söylemenin caizliğidir. Burada yer alan "el-vahid" kelimesi gerçek manasında yani birlik anlamında kullanılmıştır. Hadis usulcülerinin terimi olarak manası ise, tevatür derecesine ulaşmamış haber demektir. İmam Buharl'nin bu başlığı atmaktan maksadı "Bir haber birden çok ravi tarafından rivayet edilmedikçe delil değeri taşımaz. Haberin şahitlik gibi olması için bu gereklidir" diyenlere cevap vermektir. Bu başlıktan haberin geçerli olabilmesi için dört veya daha fazla kişinin bulunmasını şart koşanlara da cevap verilmiş olmaktadır. Üstat Ebu Mansur el-Bağdadl'nin nakline göre bazıları haber-i vahidin kabulü için onun ilk tabakadan son tabakaya kadar üç ravinin üç raviden rivayeti şeklinde olması şarttır demişlerdir. Bazıları ise dört ravinin dört raviden rivayeti şarttır derken, başka bazıları bunu beşe, bazıları ise yediye çıkarmışlardır. Bu sayıları veren bilginlerin görüşü sözkonusu sayının tevatür değeri taşıdığı kanaatinde olmalarıdır veya onlara göre haber, mütevatir, ahad ve bu ikisi arasında orta şeklinde üçe ayrılır. "Nebi s.a.v., görevlilerini (emır) birbiri arkasına nasıl göndermiştir? Gönderilen görevlilerden (emır) biri unutursa o sünnetin hükmüne döndürüıür." Haber-i vahidle ilgili açıklamaların sonlarına doğru "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in birbiri ardından birçok valiler, kumandanlar ve elçiler göndermesi" şeklinde bir başlık gelecektir. İmam Buhari orada "elçiler gönderilmesi" şeklinde bir ifade kullanmaktadır: "Birbiri ardından" ifadesinden maksat, gönderilenierin birden çok olmasıyla birlikte gönderildikleri cihetlerin de birden çok olmasıdır. Kirmanı bu ifadeyi zahirine göre yorumlamış ve birinciden sonra ikinci bir kişinin gönderilmesinin faydası, unuttuğu takdirde ikincinin onu gerçeğe döndürmesidir demiştir. Böylece o haber, haber-i vahid olmaktan çıkmaz. Bu, haber-i vahidin Nebi s.a.v.'in uygulamasından olduğunun sabitliği için güçlü bir delildir. Çünkü haber-i vahid yeterli olmasaydı Nebi s.a.v.'in onları göndermesinde herhangi bir mana olmazdı. İmam Şafiı de -ileride değineceğimiz üzere- bu duruma dikkat çekmektedir. Bu görüşü Nebi s.a.v.'in "Burada bulunan bulunmayana tebliğ etsin" şeklindeki hadisi teyit etmektedir. Bu hadis, Buhari ve Müslim'de yer almaktadır.(Buhari, İlim; Müs!im, Hac) Bunun bir diğer delili de "Benden bir hadis duyup, bunu nakledenin Yüce Allah yüzünü ak etsin!" hadisidir. Bu hadis Sünen kitaplarında yer almaktadır.(Ebu Davud, İlim; Tirmizi, İlim; İbn Mace, Mukaddime) Bazı muhalifler "Onlar sadece zekat toplamak, fetva vermek ve benzeri şeyler için gönderilmişlerdi" diyerek buna itiraz etmişlerdir. Bu görüş bir inada dayanan sabit bir fikirdir. Çünkü görevli (emır) göndermek suretiyle bilgi hasıl olmaktadır ve bu zekat toplamaktan, ahkamı tebliğ etmekten ve başka şeylerden daha geneldir. Bu konuda sadece Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Muaz b. Cebel'i emır tayin etmesi, ona emir verip "Sen ehl-i kitap olan bir kavme gidiyorsun. Onlara Allah'ın kendilerine farz kıldığın! bildir" demesi meşhur olsaydı bu bile yeterli olurdu. Onlardan her bir belde halkının Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in başlarına yönetici (emır) tayin ettiği kimsenin hükmüne başvurduklarına ve verdiği haberi kabul edip, karinesine bakmaksızın ona itimat ettiklerine dair haberler çoktur. Burada zikrettiğimiz hadislerde buna dair örnekler birden fazladır. Bazı bilginler delil olarak "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et"(Maide 67) ayetini ileri sürmektedirler. Halbuki o bütün insanlığa gönderilmiş ve onlara tebliğde bulunması üzerine vacip olan bir Nebidi. Haber-i vahid makbulolmasaydı, bütün insanlara şifahen hitapta bulunmak imkanı olmadığı için herkese şeriatı tebliğ etmek imkansız hale gelirdi. Aynı şekilde insanlara haberi mütevatir derecesine çıkaracak sayısında elçi göndermek de imkansızdır. Dolayısıyla bu, ispat için uygun bir yoldur. Buna İmam Şafil'nin sonra Buharl'nin ileri sürdüğü deliller de eklenir. Haber-i vahidi reddedenler Nebi s.a.v.ı'in Zülyedeyn'in haberini kabul etmekte duraksadığını delil göstermişlerdir. Oysa bu olayın delil değeri yoktur. Çünkü onun verdiği haber bilgisi ile çelişikti. "İlimle çelişen tüm haber-i vahidler kabul edilmez." Haber-i vahidi reddedenlerin bir diğer delili ise Ebu Bekir ve Ömer'in, Mugıra'nin nine ve ceninin mirası konusunda naklettiği iki hadisi Muhammed b. Mesleme şehadet etmedikçe kabul etmeyip duraksamalarıdır. Diğer delilleri ise Hz. Ömer'in, Ebu Musa'nın izin istemeyle ilgili haberini Ebu Said ona şehadet etmedikçe kabul etmemesi ve İbn Ömer'in "dirilerin ağlamasıyla ölünün azap göreceği" şeklindeki haberini Aişe r.anha'nın kabul etmeyip duraksamasıdır. Buna şöyle cevap verilmiştir: Sözü geçen kişilerin duraksamaları, ya Ebu Musa olayında olduğu gibi şüphe duymaktan kaynaklanmaktadır. Çünkü o söz konusu haberi, Ömer' den üç kez izin isteyip sonra geri dönmesine tepki gösterffiısi ve kendisini tehdit etmesi üzerine nakletmiştir. Bunun üzerine Ömer sözkonuw tenkitten kendisini korumak endişesi ile nakletmiş olabileceği için ondan bu hadisi ispat etmesini istemiştir. Bu konuyu İstizan Bölümünde delilleriyle birlikte açıklamıştık. Haber-i vahidin Aişe r.anha'nın tepkisinde olduğu üzere kesin delille çatışması meselesine gelince, Hz. Aişe r.anha görüşünü "Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez"(En'am 164) ayet-i kerimesine dayandırmıştır. Bütün bunlara haber-i vahidin kabulü için iki ravinin iki raviden nakletmesi şarttır diyenler bu delillere dayanabilirler. Aksi takdirde bundan daha fazla raviyi şart koşanlaraHz. Aişe radıyalliihu anhii tarafından rivayet edilenlerin tümü karşı delildir. Çünkü onlar haberi sadece iki kişiden kabul etmektedirler. Bu da tevatür derecesine ulaşmamaktadır. Aslolan karinenin bulunmamasıdır. Zira karine mevcut olsa, ikinciye ihtiyaç kalmaz. Ebu Bekir, Hz. Aişe radıyalliihu anhii'nın "Nebi s.a.v.'in pazartesi günü vefat ettiği"ne dair verdiği haberi kabul etmiştir. Ömer, Amr b. Hazm'ın "Parmakların diyetinin birbirine eşit olduğu" haberini, ed-Dahhak b. Süfyan'ın "Kadının kocasının diyetine mirasçı olabileceği" haberini, Abdurrahman b. Avf'ın "Veba hastalığı ve Mecusilerden cizye almanın caiz olduğu" haberini, Sa' d b. Ebi' Vakkas'ın "Mest üzerine mesh verme" haberini kabul etmiştir. Osman, Ebi' Said'in kızkardeşi el-Furey'a bnt. Sinan'ın "Kocası ölüp, iddet bekleyen kadının evinde kalması" yolundaki haberini kabul etmiştir. Meseleye akli yönden yaklaşacak olursak Nebi s.a.v. ahkamı tebliğ etmek için insanlar göndermiştir. Haber-i vahidi doğrulamak mümkündür ve ihtiyaten buna göre amel etmek gerekir. Doğru sözlü bir kimsenin haberi ile zannın isabetli çıkması ağır basan bir husustur. Bundan hata olması nadirdir. Dolayısıyla ağır basan masıahat, nadiren görülen mefsedet endişesiyle terk edilemez. Çünkü ahkamın dayanağı şehadete göre ameldir. Bu da kendi başına kesinlik ifade etmez. "Nebie geldik." Yani heyetlerin geldiği sene heyet halinde Nebie geldik. İbn Sa'd adı geçen Malik b. Huveyris topluluğu olan Leys oğullarının varışının Tebuk savaşından önce olduğunu gösteren ifadeler kullanmıştır. Tebuk savaşı hicretin dokuzuncu yılı Receb ayında yapılmıştı. "Biz gençler" ifadede yer alan "şebebe", "şabb" kelimesinin çoğuludur. Şabb orta yaşın altındaki kişi demektir. Orta yaşın başlangıcının açıklaması Ahkam Bölümünde geçmişti. "Yakın" yani yaşça yakın demektir. Hatta bu yakınlık yaştan daha da geneldir. Ebu Davud'da "Bizler o günbilgice birbirimize yakındık"(Ebu Davud, Salat) ifadesi yer alırken Müslim'de "Bizler kıraat açısından birbirimize yakındık" ifadesine yer verilmektedir. (Müslim, Mesacid) "Raki'kan" Bu kelime refikan şeklinde de okunmuştur. Her ikisi buradaki anlam açısından birbirine yakındır. "Ailemizi özledik." Burada "aile" kelimesinden maksat, her bir kişinin eşidir veya bundan daha geneldir. "Bize sordu" yani Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hadiste adı geçenlere sordu. "Ailelerinizin yanına dönünüz." Nebi s.a.v.'in onlara geri dönmeye izin vermesi şundandır. Hicret Mekke'nin fethinden sonra son bulmuştu. Medine'de ikamet, artık gelen kişinin tercihine kalmıştı. Bunların içerisinde Medine'de ikamet edenler olduğu gibi, ihtiyaç duyduğu şeyi öğrendikten sonra geri dönenler de olmuştur. "Ben onların bir kısmını ezberimde tutuyor, bir kısmını da tutamıyorum." Bir başka rivayette "veya tutamıyorum" ifadesi yer almaktadır. Bu kuşku ifade etmek için değil, çeşitlilik bildirmek içindir. "Namaz vakti gelince" yani vakti girince "Biriniz size ezan okusun" bu hadisin açıklaması Ezan bölümünde geçmişti. "Başlarına birisini kumandan tayin ettL" Bu kişi Abdullah b. Huzafe'dir. Bu hadisin geniş bir açıklaması Meğazl Bölümünün sonlarında geçmişti. Ahkam Bölümünün baş taraflarında bir emire -masiyet konusu olan şeylerde değil de- itaat niteliği olan hususlarda itaat etmenin vacip olduğu ile alakalı olarak geçmişti. İbnü'l-Kayyim, Kur'an'a ilaveten bir hüküm getirdiğinde haber-i vahidi reddedenlere cevap mahiyetinde özetle şöyle demektir: Sünnetin Kur'an karşısındaki durumu üçtür. Birincisi sünnet her açıdan Kur'an'la uyumludur. Bu durumda delillerin ardarda gelmesinden söz edilir. İkinci olarak sünnet Kur'an'la kastedileni beyan etmek üzere gelir. Üçüncüsü ise sünnet Kur'an'ın değinmediği bir hükmü ifade eder. Bu üçüncüsü Nebi s.a.v. tarafından verilmiş başlı başına bir hükümdür. Bu konuda ona itaat etmek gerekir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sadece Kur'an'a uygun düşen hususlarda itaat edilecek olsaydı, bu durumda ona özel bir itaat bulunmamış olurdu. Oysa Yüce Allah; "Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur"(Nisa 80) buyurmaktadır. "Mütevatir veya meşhur olmadıkça Kur'an'üzerine zaid hükmü kabul etmem" diyen kimse çelişkiye düşer. Bilginler şu hükümleri haber-i vahide dayanarak vermişlerdir: Bir kadının halası veya teyzesi üzerine nikahlanması haramdır, neseb itibariyle haram olanlar süt emme itibariyle de haramdır. Şart muhayyerliği, şuf'a, seferı değilken rehin bırakma, ninenin mirastan payalması caizdir. Bir cariye azad edildiğinde kocasını kabul edip etmemekte muhayyerdir. Adet halindeki kadın, oruç tutamaz, namaıkılamaz. Ramazan günü eşiyle ilişkiy. giren kimseye kefaret gerekir. Kocası ölmüş olan kadının yas tutması gerekir. Hurma şırasıyla (nEbiz) abdest almak caizdir. Vitr namazı vaciptir. Mehrin en az miktarı on dirhemdir. Bir kimsenin oğlunun kızı, kızıyla birlikte mirasçı olduğunda mirasın altıda birini alır. Esir düşen kadın rahminde çocuk olup olmadığının anlaşılması için bir adet süresi bekler (istibra). Ana bir kardeşler birbirlerine mirasçı olurlar. çocuğunu öldüren baba kısas edilmez. Mecusilerden cizye alınır. Bir hırsız ikinci kez suç işlediğinde ayağı kesilir. Bir yara iyileşmeden önce karşılığında kısas uygulanmaz. Veresiye malın veresiye fiyatla satılması yasaktır ve bunun dışında açıklaması uzun olan daha bir sürü hükümler sıralamak mümkündür. Bu hadislerin tamamı haber-i vahiddir. Bunların bir kısmı sabitken, bir kısmı böyle değildir. Fakat bilginjer haber-i vahidi üçe ayırmışlardır. Onların bu konuda açıklaması uzun sürecek ayrıntılı görüşleri vardır. Bu görüşlerin ayrıntısıyla ele alınacağı yer usul-i fıkıhtır. Başarı yalnız Allah'tandır
ہم سے ابوالیمان نے بیان کیا، کہا ہم کو شعیب نے خبر دی، انہیں زہری نے، کہا مجھ کو عبیداللہ بن عبداللہ بن عتبہ بن مسعود نے خبر دی اور ان سے ابوہریرہ رضی اللہ عنہ نے بیان کیا کہ ہم رسول اللہ صلی اللہ علیہ وسلم کے پاس موجود تھے کہ دیہاتیوں میں سے ایک صاحب کھڑے ہوئے اور کہا کہ یا رسول اللہ! کتاب اللہ کے مطابق میرا فیصلہ فرما دیجئیے۔ اس کے بعد ان کا مقابل فریق کھڑا ہوا اور کہا انہوں نے صحیح کہا یا رسول اللہ! ہمارا فیصلہ کتاب اللہ کے مطابق کر دیجئیے اور مجھے کہنے کی اجازت دیجئیے۔ نبی کریم صلی اللہ علیہ وسلم نے فرمایا کہ کہو۔ انہوں نے کہا کہ میرا لڑکا ان کے یہاں مزدوری کیا کرتا تھا، «عسيف» بمعنی «الأجير» مزدور ہے، پھر اس نے ان کی عورت سے زنا کر لیا تو لوگوں نے مجھے بتایا کہ میرے بیٹے پر رجم کی سزا ہو گی لیکن میں نے اس کی طرف سے سو بکریوں اور ایک باندی کا فدیہ دیا ( اور لڑکے کو چھڑا لیا ) پھر میں نے اہل علم سے پوچھا تو انہوں نے بتایا کہ اس کی بیوی پر رجم کی سزا لاگو ہو گی اور میرے لڑکے کو سو کوڑے اور ایک سال کے لیے جلا وطنی کی۔ نبی کریم صلی اللہ علیہ وسلم نے فرمایا کہ اس ذات کی قسم جس کے ہاتھ میں میری جان ہے! میں تمہارے درمیان کتاب اللہ کے مطابق فیصلہ کروں گا، باندی اور بکریاں تو اسے واپس کر دو اور تمہارے لڑکے پر سو کوڑے اور ایک سال جلا وطنی کی سزا ہے اور اے انیس! ( قبیلہ اسلم کے ایک صحابی ) اس کی بیوی کے پاس جاؤ، اگر وہ زنا کا اقرار کرے تو اسے رجم کر دو۔ چنانچہ انیس رضی اللہ عنہ ان کے پاس گئے اور اس نے اقرار کر لیا پھر انیس رضی اللہ عنہ نے اس کو سنگسار کر ڈالا۔
আবুল ইয়ামান (রহ.) আবূ হুরাইরাহ (রাঃ) থেকে এ বর্ণনায় উল্লেখ করা হয় যে, তিনি [আবূ হুরাইরাহ (রাঃ)] বলেছেন, আমরা নবী সাল্লাল্লাহু আলাইহি ওয়াসাল্লাম-এর নিকট উপস্থিত ছিলাম। এমন সময় একজন গ্রাম্য লোক দাঁড়িয়ে বলল, হে আল্লাহর রাসূল! আল্লাহ্ তা‘আলার কিতাব অনুসারে আমার ফায়সালা করে দিন। তখন তার বিরোধী লোকটি দাঁড়িয়ে বলল, হে আল্লাহর রাসূল! তিনি সত্যই বলেছেন, আল্লাহর কিতাব অনুসারে তার ফায়সালা করে দিন এবং আমাকে বলার অনুমতি দিন। নবী সাল্লাল্লাহু আলাইহি ওয়াসাল্লাম তাকে বললেনঃ তুমি বল। তখন সে বলল, আমার ছেলে এ লোকটির বাড়িতে মজুর ছিল। বর্ণনাকারী বলেন, হাদীসে উক্ত عَسِيفًا শব্দটি অর্থ মজুর। সে ছেলে এ লোকের স্ত্রীর সঙ্গে যিনা করে। কতক লোক আমাকে বলল যে, আমার ছেলের উপর ‘রজম’ কার্যকর হবে। তখন আমি মুক্তিপণ হিসাবে একশ বক্রী ও একটি দাসী দেই। অতঃপর আমি আলিমদের নিকট এ বিষয়ে জিজ্ঞেস করি। তাঁরা আমাকে বললেন যে, তাঁর স্ত্রীর জন্য ‘রজম’। আর আমার ছেলের জন্য রয়েছে একশ’ বেত্রাঘাত ও এক বছরের জন্য দেশান্তরের বিধান। তখন নবী সাল্লাল্লাহু আলাইহি ওয়াসাল্লাম বললেনঃ যে সত্তার হাতে আমার প্রাণ, তাঁর শপথ করে বলছি, অবশ্য অবশ্যই আমি তোমাদের দু’জনের মাঝে সেই মহান আল্লাহর কিতাব অনুসারে ফায়সালা করব। বক্রী ও বাঁদী ফিরিয়ে নাও। তোমার ছেলের জন্য রয়েছে একশ’ বেত্রাঘাত ও একবছরের জন্য দেশান্তরের হুকুম। অতঃপর তিনি আসলাম গোত্রের এক লোককে ডেকে বললেন, হে উনায়স! তুমি এর স্ত্রীর নিকট যাও, যদি সে স্বীকার করে তাহলে তাকে ‘রজম’ করো। উনায়স সেই মহিলার নিকট গেলেন, সে স্বীকার করল, তখন তিনি তাকে রজম করলেন। (আধুনিক প্রকাশনী- ৬৭৫২, ইসলামিক ফাউন্ডেশন)
அபூஹுரைரா (ரலி) அவர்கள் கூறியதாவது: நாங்கள் அல்லாஹ்வின் தூதர் (ஸல்) அவர்களிடம் இருந்தபோது கிராமவாசிகளில் ஒருவர் எழுந்து நின்று, “அல்லாஹ்வின் தூதரே! அல்லாஹ்வின் சட்டப்படி எனக்குத் தீர்ப்பளியுங்கள்” என்று சொன்னார். உடனே அவருடைய எதிரி (பிரதிவாதி) எழுந்து, “இவர் சொல்வது உண்மையே; அல்லாஹ்வின் தூதரே! அல்லாஹ்வின் சட்டப்படியே அவருக்குத் தீர்ப்பளியுங்கள். எனக்கு (என் தரப்பு நியாயத்தை எடுத்துச் சொல்ல) அனுமதியளியுங்கள்” என்று சொன்னார். அவரிடம் நபி (ஸல்) அவர்கள், “சரி சொல்” என்றார்கள். (இதற்கிடையில் அந்தக் கிராமவாசி,) “என் மகன் இவரிடம் கூலிக்கு வேலை செய்துவந்தான். இவருடைய மனைவியுடன் அவன் விபசாரம் புரிந்துவிட்டான். அப்போது மக்கள் என் மகனுக்குக் கல்லெறி தண்டனை உண்டு என என்னிடம் தெரிவித்தனர். ஆகவே, நான் அதற்குப் பதிலாக நூறு ஆடுகளையும் ஓர் அடிமைப் பெண்ணை யும் ஈடாக வழங்கினேன். பிறகு அறிஞர் களிடம் கேட்டேன். அவர்கள், இவருடைய மனைவியைக் கல்லெறிந்து கொல்ல வேண்டும் என்றும், என் மகனுக்கு நூறு சாட்டையடிகளும் ஓராண்டு நாடு கடத்தலும்தான் (தண்டனை) என்றும் தெரிவித்தார்கள்” என்று கூறினார். நபி (ஸல்) அவர்கள், “என் உயிர் எவன் கையிலுள்ளதோ அவன்மீது சத்தியமாக! நான் உங்கள் இருவரிடையே அல்லாஹ்வின் சட்டப்படி தீர்ப்பளிக்கி றேன்: “அடிமைப் பெண்ணையும் ஆடுகளையும் திருப்பிக் கொடுத்து விடுங்கள். உம் மகனுக்கு நூறு கசையடிகளும் ஓராண்டு நாடுகடத்தும் தண்டனையும் வழங்கப்பட வேண்டும்” என்று கூறிவிட்டு, அஸ்லம் குலத்து மனிதர் ஒருவரை நோக்கி “உனைஸே! நீங்கள் இவருடைய மனைவியிடம் செல்லுங்கள். அவள் (விபசாரம் புரிந்தது உண்மைதான் என) ஒப்புக்கொண்டால் அவளைக் கல்லெறிந்து கொன்றுவிடுங்கள்” என்று சொன்னார்கள். அவ்வாறே உனைஸ் (ரலி) அவர்கள் அவளிடம் சென்றார்கள். அவள் (குற்றத்தை) ஒப்புக்கொள்ளவே அவளைக் கல்லெறிந்து கொன்றார்கள்.17 அத்தியாயம் :