عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا ، قَالَتْ : " لَقَدْ تُوُفِّيَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَمَا فِي رَفِّي مِنْ شَيْءٍ يَأْكُلُهُ ذُو كَبِدٍ ، إِلَّا شَطْرُ شَعِيرٍ فِي رَفٍّ لِي ، فَأَكَلْتُ مِنْهُ ، حَتَّى طَالَ عَلَيَّ ، فَكِلْتُهُ فَفَنِيَ "
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ ، حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ ، حَدَّثَنَا هِشَامٌ ، عَنْ أَبِيهِ ، عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا ، قَالَتْ : لَقَدْ تُوُفِّيَ النَّبِيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ وَمَا فِي رَفِّي مِنْ شَيْءٍ يَأْكُلُهُ ذُو كَبِدٍ ، إِلَّا شَطْرُ شَعِيرٍ فِي رَفٍّ لِي ، فَأَكَلْتُ مِنْهُ ، حَتَّى طَالَ عَلَيَّ ، فَكِلْتُهُ فَفَنِيَ
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ، حَدَّثَنَا هِشَامٌ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ عَائِشَةَ ـ رضى الله عنها ـ قَالَتْ لَقَدْ تُوُفِّيَ النَّبِيُّ ﷺ وَمَا فِي رَفِّي مِنْ شَىْءٍ يَأْكُلُهُ ذُو كَبِدٍ، إِلاَّ شَطْرُ شَعِيرٍ فِي رَفٍّ لِي، فَأَكَلْتُ مِنْهُ حَتَّى طَالَ عَلَىَّ، فَكِلْتُهُ، فَفَنِيَ.
Narrated `Aisha:When the Prophet (ﷺ) died, nothing which can be eaten by a living creature was left on my shelf except some barley grain. I ate of it for a period and when I measured it, it finished
Telah menceritakan kepada kami [Abdullah bin Abu Syaibah] telah menceritakan kepada kami [Abu Usamah] telah menceritakan kepada kami [Hisyam] dari [Ayahnya] dari [Aisyah] radliallahu 'anha dia berkata; "Sungguh Nabi shallallahu 'alaihi wasallam telah wafat, sementara tidak ada sesuatupun di rumahku yang dapat dimakan oleh makhluk yang bernyawa (manusia atau hewan) kecuali sedikit gandum yang ada pada rak makanan milikku, lalu aku memakannya sebagian hingga beberapa lama, kemudian aku timbang dan akhirnya rusak (habis)
Aişe r.anha şöyle demiştir: ValIahi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefat etti. Öyle bir halde ki o zaman benim rafımda herhangi bir ciğer sahibinin yiyeceği yarım ve sk arpadan başka bir şey yoktu. Ben bana ait olan bu raf içindeki arpadan yemeğe davet ettim. Nihayet bunu yemek bana uzun geldi de ben o arpayı ölçtüm, sonra tükendi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Fakirliğin Fazileti." Bilginlerin ifadesine göre İmam.Buharl bundan önceki başlığın ardından böyle bir başlık atmakla fakirliğin zenginliğe veya zenginliğin fakirliğe üstünlüğü konusundaki ihtilafı tahkik etmeye işaret etmiştir. Çünkü "Asıl zenginlik kalp zenginliğidir" ifadesinden anlaşılan bu konuda bir hasr olduğudur. Dolayısıyla zenginliğin üstünlüğü noktasında gelen bütün haberler bu anlayış doğrultusunda yorumlanır. Gönül zenginliği içinde olmayan bir kimse övülmez. Aksine kınanmıştır. Şu halde nasılolur da üstün ve faziletli olabilir? Fakirliğin üstünlüğüne dair gelen haberler de böyledir. Çünkü gönül zenginliği içinde olmayan bir kimse gönlü fakir demektir. Nebi'in kendisinden sığınmış olduğu işte bu fakirliktir. Bilginler arasında ihtilafın ve çekişmenin meydana geldiği fakirlik mal sahibi olmama ve az mala malik olmadır. Allahu Teala'ın "Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O'dur"(Fatır 15) ayetinde yer alan "fakirlik"ten maksat mahlukun yaratıcısına olan ihtiyacıdır. Yaratıkların fakirliği zati bir mesele olup, bu durumdan asla kurtulamazlar. Asıl zengin olan Allahu Teala'tır ve o hiç kimseye muhtaç değildir. İbn Battal fakirlikle zenginliğin hangisinin daha üstün olduğu konusunda birtakım açıklamalarda bulunmuş ve şöyle demiştir: Bilginlerin bu konudaki ihtilafları uzay ip gider. Bazıları fakirliğin daha üstün olduğunu söylemiş ve gerek bu başlık altında, gerekse başka yerlerde geçen sahih ve zayıf hadisleri delil olarak almışlardır. Bazıları ise zenginliğin daha faziletli olduğunu ifade etmiş ve bundan bir başlık önceki hadiste yer alan "Malları çok olanlar kıyamet gününde sevapıarı az olanlardır, ancak sağına, soluna, arkasına şöyle şöyle ve şöyle verip hayır yollarına harcayanlar müstesnadır." Hadisini delil olarak almışlardır. Onların bir başka delili ise Vasaya Bölümünde geçen Sa'd'ın rivayet ettiği "Varislerini ihtiyaç içinde bırakmaman başkalarına muhtaç bırakmandan daha hayırlıdır" hadisidir. Bir başka delil ise Ka'b İbn Malik hadisidir. Ka'b bütün malını elden çıkarma konusunda Nebi s.a.v.'e fikrini sorunca Resulullah s.a.v. ona "Malının bir kısmını elinde tut, bu senin için daha hayırlıdır" buyurmuştur. Bunların bir başka delilleri ise "Çok mala sahip olanlar ecir ve sevabı alıp götürdüler" ifadesidir. Bu hadisin son kısmında "Bu Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur." Cümlesi yer almaktadır. Bir başka delilleri ise Amr İbn el-As'ın naklettiği "Salih ma!, salih kişi için ne iyidir" hadisidir. Bu hadisi Müslim nakletmiştir. Bunun dışında başka delilIer de sözkonusudur. İbn Battal şöyle devam eder: Bu konuda benim gördüğüm ifadelerin en güzeli Ahmed İbn Nasr ed-Oavudi'nin şu açıklamasıdır: Fakirlik ve zenginlik Allahu Teala'ın kullarını şükür ve sabır konusunda denemiş olduğu bir sıkıntı ve musibettir. Nitekim Allahu Teala bu konuda şöyle buyurur: "Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık. "(Kehf 7); "Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. "(Enbiya 35) Nebi s.a.v.'in "fakirlik ve zenginlik fitnesinin kötülüğünden Allah'a sığındığı" sabittir. Oavudi bu konuda uzun uzun açıklamalarda bulunur. Kısacası fakir ve zenginden her biri fakirliği ve zenginliği içinde birtakım anzalara maruz kalmaları dolayısıyla karşı karşıyadır. Bundan dolayı her biri övülür de, kınanır da. Faziletin tamamı Allahu Teala'ın "Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun"(İsra 29) ayeti uyarınca "kefM = ne fazla, ne eksik, ancak yeten miktar"dır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle bir duada bulunmuştur: "Allahümme urzuk aW Muhammedin kuten = Allah'ım! Muhammed ailesine geçinecek kadar rızık ihsan eyle." Bu hadis, biraz ileride gelecektir. "Ya Rabbi! Senden hem kendimin, hem de şunların ihtiyaçlarının giderilmesini dilerim" ifadesi bu doğrultuda yorumlanır. Tirmizi'nin naklettiği "Allah'ım beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür." Şeklindeki hadise gelince, bu hadis zayıftır. Sabit olduğunu varsaysak bile bundan maksat ne eksik, ne fazla ihtiyaç miktarını (kefM) geçmeme kastedilmektedir. Biz de şunu ekleyelim: Bütün bu görüşler isabetlidir. Fakat bunlar fakirlik ve zenginlikten hangisinin daha faziletli olduğu şeklindeki asıl soruya cevap teşkil etmemektedir. Çünkü ihtilaf noktası bu iki sıfattan birisini taşıyan kimse hakkında onun açısından hangisinin daha faziletli olduğudur. Bundan dolayı Davudi yukarıdaki açıklamasının son kısmında önce şöyle demiştir: Fakirlik ve zenginlikten hangisinin daha üstün olduğu şeklindeki soru isabetli değildir. Çünkü bunlardan birisindeki salih amel, diğerinde bulunmayabilir. Dolayısıyla o daha faziletli olur. Asıl soru fakirlikle zenginliğin birbirine eşit olması durumunda yani bunlardan her birinin amelinin diğerinin ameline eşit olması durumunda geçerlidir. Bu sorunun neticesinde Allah katında bunların hangisinin daha faziletli olduğu bilinir. İbn Teymiyede aynı görüştedir. Fakat o şöyle demiştir: Fakirlik ve zenginlik takva açısından birbirine eşit olduğunda fazilet açısından da eşit olur. İbnü'l-Cevzı ise şöyle der: İhtilaf asıl hırs içinde olmayan fakirle, malını elinde tutmayan ve veren zengin noktasındadır. Zira kanaatkar olan fakirin cimri olan zenginden daha faziletli olduğu, infak eden zenginin de hırs içinde olan fakirden daha faziletli olduğu herkesçe malumdur. İbnü'l-Cevzı şöyle devam eder: Bizatihi murad edilmeyen ve bi gayrihi murad edilen her şeyde onun maksadına izafe edilmesi uygun olur. Bu açıklamayla hangisinin daha faziletli olduğu ortaya çıkar. Mal bizatihi sakıncalı bir şey değildir. Tam tersine bazen kişiyi Allah'tan alıkoyduğu için sakıncalı görülmüştür. Bunun aksi de aynı şekilde geçerlidir. Nice zengin vardır ki zenginliği Allah'ı hatırlamasına engel değildir. Nice fakir vardır ki fakirliği Allah'ı anmasına engeldir. İbnü'l-Cevzı sözü sonunda şuraya getirir: Eğer çoğunluğu esas alacak olursak fakir tehlikeden daha uzaktır. Zira zenginlik fitnesi, fakirlik fitnesinden daha beterdir, (netice olarak) harcayacak mal bulamaman senin için tehlikeden kurtuluştur. Son dönem (müteahhirun) bilginlerinden birisi Ebu Abdullah İbn Merzuk'un el yazısıyla yazılmış olarak bulduğu açıklama hakkında şöyle der: Acaba az mal edinmek mi daha hayırlıdır? Çünkü bu durumda insanın kalbi kendisini meşgul edecek şeylerden uzak olur. Kişi Rabbine yakarmasının !ezzetini alır ve Allah'ın huzurunda uzun uzun hesaba çekilme derdinden rahata kavuşmak için kendini mal kazanmaya kaptırmaz. Yoksa çok mal kazanmakla meşgulolmak mı daha faziletlidir? Bu durumda kişi iyilik, yardım ve sadakalarla Rabbine daha çok yaklaşma imkanı elde eder. Bütün bunlarda başkalarına etki edecek faydalar vardır. Sözkonusu alim şöyle der: Durum bu olduğuna göre en efdal olanı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile sahabilerin çoğunluğunun tercih ettiği şekilde dünyalığı az edinmek ve dünyanın süsünden uzak durmaktır. Biz de şunu belirtelim: Sahabilerin çoğunluğunun az mal elde ettikleri ve zühd içinde oldukları iddiası, onların durumlarına dair meşhur olan haberlere göre kabul edilemez. Zira sahabiler fetihlerden sonra iki kısma ayrıldılar. Bazıları iyilik etmek, yardımda bulunmak, Rabbine yaklaşmak ve gönül zenginliği içinde olmakla birlikte ellerindekini tuttu. Bazıları ise bundan önceki durumu neyse o şekilde kalmaya devam etti. Bunlar fetihlerden ellerine geçen malın zerresini yanlarında tutmadılar. Ancak bunlar birinci zümreye oranla daha azdır. Selefin hal ve hareketini derinlemesine inceleyen kimse söylediğimizin isabetli olduğunu anlayacaktır. Selefin bu konudaki haberleri sayılamayacak kadar çoktur. Burada yer verdiğimiz Habbab hadisi söylediğimizin kanıtıdır. Her iki zümrenin faziletine dair gelmiş olan deliller çoktur. Birinci zümrenin faziletli olduğuna burada ve başka yerlerde zikredilen hadisleri delil olarak gösterebiliriz. İkinci zümrenin faziletine ise Sa'd İbn Ebi Vakkas'ın naklettiği Müslim'de yer alan "Allahu Teala zengini, takva sahibini ve kendini gizleyeni sever" (Müs!im, Zühd) hadisini gösterebiliriz. Bu hadis, zenginliği ister mal, ister gönül zenginliği olarak alalım, onların az olduklarını göstermektedir. Hadiste "et-takıyy" kelimesinden maksat kendisine emredilene sarılıp, yasak edilenden kaçındığı için masiyetleri terk eden kimse demektir. "el-hafiyy" kelimesi ise riyanın terkine işaret olarak sözü tamamlamak için getirilmiştir. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir. Alimlerin tereddüt ettikleri yerlerden birisi hiçbir mala sahip olmayan kimsedir. Onun hakkında en uygun olanı, dilenciliğin zilletinden kendisini korumak için çalışıp kazanmaktır veya bunu bırakıp, dilenmeksizin kendisine nasip edilecek şeyi beklemektir. Ahmed İbn Hanbel'in zühd ve ve ra ile meşhur olmakla birlikte bu konuda görüşüne başvuran kimseye "Çarşı pazardan ayrılma" dediği sahih olarak nakledilmiştir. Ahmed İbn Hanbel' bir başkasına ise "İnsanlardan müstağni ol, onlara muhtaç olmamak gibi bir zenginlik görmüş değilim" demiştir. Ahmed İbn Hanbel şöyle devam etmiştir: Bütün insanların Allah'a tevekkül etmeleri, kendilerini çalışıp kazanmaya alıştırmaları uygun olur. Çalışıp kazanmayı terk ettiğini söyleyen kimse dünyaya boş vermek isteyen ahmak bir şahsiyettir. Bu görüşü ondan Ebu Bekir el-Mervezi nakletmiş ve şöyle demiştir: Ders verme ve öğrenme ücreti bana insanların elindekini bekleyerek oturmaktan daha sevimlidir. "İnsanların eşrafından bir adam" cümlesinin sonunda geçen "hariyyun" kelimesi, vezin ve mana itibariyle "cedirun = layık" ve "hakikun = layık" anlamınadır. "İn hatabe en yunkeha" yani bu zat bir kadınla evlenmeye talip olsa talebi uygun karşılanır. "Ve in şefaa en yuşeffea" yani birisine şefaat etse şefaati kabul edilmeye layık bir kimsedir. "Nebteği vechallahi = Allah'ın rızasını isteyerek." Yani dünya cihetinden değil, sevap cihetinden onun katında olanı isteyerek. "Ecruna ale'l-lahi" yani bize sevap ve karşılığını vermek Allah'a aittir. "Lem ye'kül min ecrihi şey'en." Yani bazı kimseler, bu hicretin dünya ücretinden (ganimetierden) hiçbir şeyalmadan geçip gittiler. Bu cümle, "Allah'ın rızasını isteyerek Medine'ye hicret ettik" cümlesinin tefsirine göre anlaşılması zor problemli bir durum oluşturmaktadır. Ancak şöyle bir açıklamayla bu iki cümle telif edilebilir: Dünyada mala "ecir" denmesi, ahiret sevabına nisbetle mecazendir. Şöyle ki hicret edilirken ilk niyet, daha önce söylendiği gibiydi. Sahabilerin içinden Mus'ab İbn Umeyr gibi henüz fetihler başlamadan önce vefat edenler olduğu gibi, fetihlerin başladığı döneme kadar yaşayanlar da olmuştur. Sonra onlar bölünmüşlerdir. Bazıları dünya malından yüz çevirmiş, ihtiyacı olanlara teker teker yardım etmiş ve eski hali üzere kalmayı tercih etmiştir ki bunlar azdır. Ebu Zerr bu gruba örnektir. Bunlar birinci kısma katılırlar. Bazı sahabiler ise mubah olan bazı hususlarda geniş davranmış, çok kadınla evlenmiş, cariye edinmişler veya birtakım hizmetçiler, elbiseler ve benzeri şeylere malik olmuşlardır. Ancak bundan daha fazlasını istememişlerdir. Bu tür sahabiler çoktur. İbn Ömer bunlardan biridir. Bazıları ise vacib ve mendub hakları yerine getirmekle birlikte ticaret yoluyla veya başka bir vesileyle daha çok mal edinme yolunu seçmiştir. Bunlar da çoktur. Abdurrahman İbn Avf bu gruba girer. Habbab işte bu iki kısma işaret etmiştir. Birinci kısım la onlara katılan zümrenin ahiretteki ecri çok olacaktır. İkinci kısma gelince, haber, ellerine geçen dünya malının ahiretteki sevaplarından düşüleceğini gerektirmektedir. Müslim'in Abdullah İbn Amr'dan naklettiği şu hadis bu görüşü teyid etmektedir: "Hiçbir gazi yoktur ki savaşsın, ganimet alsın ve sağ kalsın da ecrinin üçte ikisini dünyada peşin almış olmasın. "(Müs!im, İmara) Buradan hareketle birçok selef malının az olmasını tercih etmiş ve bununla kanaat etmiştir. Bunu ya ahiretteki sevaplarının kendilerine bol bol verilmesini tercih ettiklerinden ya da hesaba çekilecekleri için mallarının az olmasını istediklerinden dolayı yapmışlardır. "İşte onlardan biri de Mus'ab İbn Umeyr'dir." Mus'ab'ın künyesi İbn Hişam İbn Abd Menaf İbn Abdiddar İbn Kusay'dır. Mus'ab'ın nesebi Kusay'da Nebi Efendimiz ile birleşmektedir. Künyesi Ebu Abdullah olup, kendisi İslama ilk girenlerden ve Medine'ye ilk hicret edenlerdendi. el-Be .• 'Cı şöyle demiştir: Medine'ye bize ilk gelen Mus'ab İbn Umeyr ile İbn Ümmi Mektum olmuştur. Bunlar Kur'an okurlardı. Haberi İmam Buhari Hicret Bölümünün baş taraflarında nakletmişti. İbn İshak'ın ifadesine göre Hz. Nebi onu birinci akabede bulunanlarla birlikte Medinelilere Kur'an okutsun ve öğretsin diye göndermişti. Mus'ab, Mekke'de iken servet ve nimet içind yüzen bir kişiydi. Hicret edince malı az olan biri haline geldi. Tirmizı'nin nakline gör Muhammed İbn Ka'b şöyle demiştir: Bana birisinin verdiği habere göre Hz. Ali şöyle anlatmıştır: "Biz mescidde bulunduğumuz bir sırada üzerimize Mus'ab İbn Umeyr geldi. Üzerinde sadece deri ile yamanmış bir hırka vardı. Resillullah onu görünce ağladı. Çünkü o bir zamanlar nimet içinde yüzen birisi iken, bugün bu haldeydi. "(Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyame) "Muslab, Uhud günü" şehit olarak "katledildi." O Uhud günü Hz. Nebi'in sancağını taşıyordu. "Ve arkasında çizgili yün bir kumaştan başka bir şey bırakmadı." Hadiste geçen "nemire" yünden yapılmış çizgili bir izar veya hırkadır. "Eyne'at = meyveleri olgunlaştı" yani nihayete erdi ve toplanmaya uygun bir hale geldi. "Fe huve yehdibuha" O bu meyveleri toplamaktadır. İbn Battal şöyle demiştir: Hadis selefin durumlarını anlatırken doğru söylediklerini göstermektedir. Hadise göre fakirliğe ve onun zorluğuna katlanmak iyi insanların mertebelerindendir. Bu hadisten kefenin bütün bedeni örten bir kumaş olduğunu ve ölünün bedeninin tamamının avret haline geldiğini anlıyoruz. Bunun kemal itibariyle böyle olma ihtimali de vardır. Bu konuyla ilgili başka şeyler Cenaiz Bölümünde geçmişti. Bi de şunu ekleyelim: Hadisin zahiri dünya malında genişliğe gitmeyi bırakmaya teşvik etmektedir. Ayrıca hadis kadınları cehenneme girmemeleri için dinin emrine riayete teşvik etmektedir. Nitekim bu husus, İman Bölümünde Hz. Nebi'in ifadesiyle şöyle geçmişti: "(Ey kadınlar) Tasadduk ediniz! Çünkü ben sizleri cehennem halkının çoğunluğu olarak gördüm." Hz. Nebi'e "ni_ çin?" diye soruldu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İnkar ettikleri için" dedi. Kendisine "Allah'ı inkar ettikleri için mi?" diye soruldu. Nebi "Yapılan iyiliği inkar ettikleri için" buyurdu. "Ölünceye kadar inceltilmiş (halis buğday unundan) ekmeği de yemedi." İbn Battal şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yüksek bir masa üzerinde halis buğday unundan ekmek yememesi, ebedi hayattaki hoş şeyleri seçtiği için dünyanın hoş yiyeceklerini reddetmek maksadıyladır. Mal ancak ahirete yardımcı olunması için arzu edilir. Dolayısıyla Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu açıdan mala ihtiyaç duymamıştır. "Şatra şa'trin." Bununla kastedilen yarım vesk arpadır. ''Fi' reHin lt = bana ait olan raf içinde" Cevheri şu açıklamayı yapmıştır: "Raf" duvarda kemer benzeri bir oyuktur. "Nihayet bunu yemek bana uzun geldi de ben o arpayı ölçtüm, sonra tükendi." İbn Battal şöyle der: Hadise göre ölçülerek mübadele edilen buğday, ölçülerek ne kadar olduğu bilindiğinden dolayı ne zaman biteceği de malum olur. Ölçülmemiş buğdayda ise bereket vardır. Çünkü onun miktarı malum değildir. Biz de şunu söyleyelim: Bu hükmü bütün yiyecek maddelerine genellemek bizce tartışılır. Öyle anlaşılıyor ki bu söylenen Hz. Nebi'in bereketi dolayısıyla Hz. Aişe'ye mahsus özelliklerdendi. Kurtubi şu açıklamayı yapmıştır: Bir yiyecek maddesini sıkma ve ölçme durumunda ondan nemanın kaldırılma sebebi -Allah daha iyi bilir- Allah'ın nimetlerinin, ikramlarının armağanları ve bereketlerinin çokluğunun peşpeşe aktığını gördüğü halde onimete hırs gözüyle bakmaktan, şükründen ve onu bahşeden Allah'a güvenmekten gafil olmaktan, olağanüstü durumu müşahede ettiği halde alışılagelmiş sebeplere meyletmekten kaynaklanmaktadır. Bu hadisten herhangi bir şeye nailolan veya herhangi bir ikrama eren ya da herhangi bir hususta bir lutfa mazhar olan kimsenin şükrüne devam etmesi ve bunun Allah'tan geldiğini görmesi ve bu durumda herhangi bir değişikliğe gitmemesi gerekir. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir
ہم سے ابوبکر عبداللہ بن ابی شیبہ نے بیان کیا، کہا ہم سے ابواسامہ نے بیان کیا، کہا ہم سے ہشام بن عروہ نے بیان کیا، ان سے ان کے والد نے اور ان سے عائشہ رضی اللہ عنہا نے بیان کیا کہ نبی کریم صلی اللہ علیہ وسلم کی وفات ہوئی تو میرے توشہ خانہ میں کوئی غلہ نہ تھا جو کسی جاندار کے کھانے کے قابل ہوتا، سوا تھوڑے سے جَو کے جو میرے توشہ خانہ میں تھے، میں ان میں ہی سے کھاتی رہی آخر اکتا کر جب بہت دن ہو گئے تو میں نے انہیں ناپا تو وہ ختم ہو گئے۔
‘আয়িশাহ (রাঃ) হতে বর্ণিত। তিনি বলেন, নবী সাল্লাল্লাহু আলাইহি ওয়াসাল্লাম ইন্তিকাল করলেন। তখন যৎ সামান্য যব ছাড়া কোন প্রাণী খেতে পারে এমন কিছু আমার তাকের উপর ছিল না। তাত্থেকে বেশ কিছুদিন খেলাম। একবার মেপে নিলাম, তখন তা শেষ হয়ে গেল। [৩০৯৭] (আধুনিক প্রকাশনী- ৬০০১, ইসলামিক ফাউন্ডেশন)
ஆயிஷா (ரலி) அவர்கள் கூறியதாவது: என் (வீட்டு) நிலைப்பேழையிலிருந்த சிறிது தொலி நீக்கப்படாத கோதுமையைத் தவிர, உயிருள்ளவர் உண்ணக்கூடிய பொருள் எதுவும் என் (வீட்டு) நிலைப்பேழையில் இல்லாத நிலையில்தான் நபி (ஸல்) அவர்கள் இறந்தார்கள். அதிலிருந்து எடுத்து நீண்ட காலம் நான் உண்டேன். பிறகு, அதை நான் அளந்தேன். அதனால் (சிறிது காலத்திற்குப் பின்) அது தீர்ந்துபோய்விட்டது.41 அத்தியாயம் :