عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ : " دَعُونِي مَا تَرَكْتُكُمْ ، إِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِسُؤَالِهِمْ وَاخْتِلاَفِهِمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ ، فَإِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَيْءٍ فَاجْتَنِبُوهُ ، وَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِأَمْرٍ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ "
حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ ، حَدَّثَنِي مَالِكٌ ، عَنْ أَبِي الزِّنَادِ ، عَنِ الأَعْرَجِ ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ ، قَالَ : دَعُونِي مَا تَرَكْتُكُمْ ، إِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِسُؤَالِهِمْ وَاخْتِلاَفِهِمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ ، فَإِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَيْءٍ فَاجْتَنِبُوهُ ، وَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِأَمْرٍ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ
حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ، حَدَّثَنِي مَالِكٌ، عَنْ أَبِي الزِّنَادِ، عَنِ الأَعْرَجِ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ ﷺ قَالَ " دَعُونِي مَا تَرَكْتُكُمْ، إِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِسُؤَالِهِمْ وَاخْتِلاَفِهِمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ، فَإِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَىْءٍ فَاجْتَنِبُوهُ، وَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِأَمْرٍ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ ".
Narrated Abu Huraira:The Prophet (ﷺ) said, "Leave me as I leave you, for the people who were before you were ruined because of their questions and their differences over their prophets. So, if I forbid you to do something, then keep away from it. And if I order you to do something, then do of it as much as you can
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizi bıraktığım sürece beni kendi halime bırakınız. Çünkü sizden öncekiler Nebilerine soru sordukları ve onlara çokça başvurdukları için helak oldular. Size bir şeyi yasak ettiğim de ondan kaçınınız. Bir şeyi emrettiğimde onu gücünüz yettiği kadar yapınız." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Resullahın sünnetlerine uyma." Yani Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetlerini kabul edip, anlamına göre amel etme. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sözlerine gelince, bunların içinde emir, yasak ve (birtakım şeyleri) haber verme vardır. Emir ve yasağın hükmü ileride başlı başına gelecektir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in fiillerine gelince, onlar da yakında ayrı bir bölümde gelecektir. "Yüce Allah'ın "Ve bizi takva sahiplerine önder kıl!" ayeti. İmam Buhari bunu şöyle açıklamıştır: Bizleri bizden öncekilere uyan ve bizden sonrakilerin de uyduğu önderler kıL." Taberi, İbn Ebi Hatim'in, Ali b. Ebi Talha vasıtasıyla nakillerine göre İbn Abbas ayeti "Bizleri takva sahiplerine uyacakları önderler kıl" şeklinde tefsir etmiştir. Taberi'nin ifadesi böyledir. İbn Ebi Hatim'in rivayetine göre ise "Bizleri bize uyulması için hidayet önderleri kıl, bizleri sapıklık önderleri kılma" şeklinde tefsir etmiştir. Zira Yüce Allah saadet ehli olanlara "Onları emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık"(Enbiya 73) buyurmaktadır. Bedbaht olanlar için de "Onları ateşe çağıran öncüler kl/dık (Kasas 41) ifadesini kullanmaktadır. Taberl'nin tercihine göre onlar muttakilere önder olmayı istemişler, Allah'ın muttakileri kendilerine önder kılmasını istememişlerdir. Abd b. Humeyd'in sahih bir senedIe nakline göre Katade "Bizi takva sahiplerine önder kıl" ayetindeki "imam" kelimesini hayırda lider ve yine hayırda kendilerine uyulan hidayet davetçileri kıl şeklinde açıklamıştır. İbn Ebi Hatim'in Süddı vasıtasıyla nakline göre ayetten maksat, bizi takva sahiplerine imam kıl demek değildir. Onlar şunu istemektedirler: Bizleri takva sahiplerine helal ve haram konusunda uyulan önderler kıl. "Kardeşlerim için." Hammad'ın rivayetinde bunun yerine "ashabım için" ifadesi yer almaktadır. "Bu sünnet" bu kelime ile Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yoluna şahsi değil, bir tür ve çeşit işareti yapılmaktadır. "İnsanların öğrenmelerini ve onu sormalarını severim." "Hayırda olması durumu hariç insanları kendi hallerine bırakmaktır." Bu cümle çoğu eserlerde "dal" harfinin üstün haliyle "yeda'u" şeklinde yer almaktadır. Fiil bu haliyle "el-veda" kökündendir ki manası bırakmak, kendi haline terk etmek demektir. Küşmıhenl'nin rivayetinde ise "dal" harfi sakin olarak "dua" kökünden olmak üzere kelime "yed'u" şeklindedir. Kirmanı şöyle demiştir: İbn Avn Kur'an hakkında "yetefehhemuhu=onu anlamaya çalışıyorlar" fiilini kullanırken sünnet hakkında "yeteallemuha = onu öğrenmeye çalışıyorlar" ifadesini kullanmıştır. Sebebine gelince, genelde Müslüman Kur'an'ı daha ilk çocukluk yıllarından itibaren öğrenir. Dolayısıyla ona Kur'an'ı öğrenme tavsiyesinde bulunmaya gerek yoktur. Bundan dolayı İbn Avn onun manasını anlamaya çalışmayı ve ifadesini kavramayı tavsiye etmiştir. İki farklı ifadenin kullanılmasının sebebi şu da olabilir: Kur'an o zamanlar mushafın iki kapağı arasında toplanmışken, sünnet henüz toplanmamıştı. İbn Avn sünnetin öğrenilmesiyle onu peyderpey anlayabilmek için toplanmasını kastetmiştir. Oysa Kur'an böyle değildir. Çünkü o mushafın iki kapağı arasında biraraya getirilmiştir. Dolayısıyla Müslüman onu hemen anlamaya çalışmalıdır. "Orada" yani Kabe'de "bir şey bırakmayayım." İbn Battal şöyle demiştir: Ömer, bu ifadeyle malın Müslümanların maslahatlarına taksim edilmesini istemiştir. Şeybe kendisine Nebi s.a.v. ile ondan sonra gelen Ebu Bekir'in bu konuya el atmamaları dolayısıyla onlara muhalefet etmesinin caiz olmadığını bildirmiş ve onlara uymanın vacip olduğu kanaatini ifade etmiştir. Bizim kanaatimize gelince, bu konudaki tamamlayıcı bilgi şöyledir: Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in takriri, -değişiklik yapmadığı şeyler devam edip gittiği için- onun hükmü mesabesindedir. Dolayısıyla bu konuda ona uymak gerekir. Zira Yüce Allah'ın "Buna uyun"(En'am 153) emrinin genelliği bunu göstermektedir. Ebu Bekr' e gelince, onun bu işe el atmamış olması Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sözünden ve uygulamasından yukarıda sözü edilen takrire aykırı bir şey görmemiş olmasından dolayıdır. Şayet karşısına böyle bir delil çıksaydı, o bunu yapardı. Özellikle halifeliği döneminde mal az olduğu için buna ihtiyacı varken mutlaka yapardı. Ömer ise kendi halifelik döneminde mal çok olmakla birlikte ikinci hadise yani Huzeyfe'nin emanet konusundaki hadisine evleviyetle değinmez. Bu hadisin şerhi Fiten bölümünde geçmişti. "İşlerin en kötüsü sonradan ortaya çıkanlardır." Bu ibarede yer alan "elmuhdesat" "muhdese" kelimesinin çoğuludur. Muhdese, sonradan uydurulan, şeriatta aslı esası olmayan demektir. Buna şeriat örfünde "bid'at" denilir. Şeriatın delalet ettiği aslı olan şey ise bid'at değildir. Bid'at, şeriat örfünde dilin aksine kınanmıştır. Çünkü dil açısından daha önce geçmiş bir örneğe benzemeksizin ortaya çıkan her şeye -ister övülsün, ister kınansın- bid'at denir. "el-Muhdese" konusunda da hüküm böyledir. Hz. Aişe radıyallahu aııha hadisinde yer alan "Sonradan ortaya çıkan durum" hakkında da hüküm böyledir: Aişe r.anha hadisi şöyledir: "Kim bizim bu yolumuzda onda olmayan bir şeyi uyduracak olursa bu reddedilir." Bu hadisin açıklaması ve izahı Ahkam Bölümünde kısa bir süre önce geçmişti. Cabir'in işaret edilen hadisinde "Her bid'at sapıklıktır" buyurulmuştu. el-İrbad b. Sariye hadisinde ise "Sonradan uydurulan şeylerden sakınınız. Çünkü her bid'at sapıklıktır" buyurulmuştur. Bu hadisin baş tarafı "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize son derece belağatli bir öğütte bulundu" şeklindedir. Bu hadisi Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud, Tirmizi rivayet etmişler, İbn Mace, İbn Hibban ve Hakim sahih olduğunu belirtmişlerdir.(Ahmed b. Hanbel, Müsned, ıV, 126; Ebu Davud, Sünne; TIrmizi, İlim) Bu hadis mana açısından yukarıda işaret edilen Aişe r.anha hadisine yakındır. Hadis, cevamiu'l-kelim örneklerinden biridir. İmam Şafii şöyle demiştir: "Bid'at ikiye ayrılır; Güzel ve çirkin. Sünnete uygun olan güzeldir, ona aykırı olan da kınanmıştır." İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Sizler fıtrat üzere oldunuz. İleride (bir şeyler) uyduracaksınız ve size de uydurulacak. Sonradan uydurma bir şey gördüÇjÜnüzde ilk hidayete yapışınız." Hadislerin tedvin edilmesi, Kur'an'ın tefsiri, sırf reyden yararlanarak ortaya çıkarılan fıkhı meselelerin tedvini, sonra kalplerin amellerine dair şeylerin tedvini. Bunlar, hep sonradan ortaya çıkan şeylerdendir. Bunlardan birincisine (hadislerin tedvini) Ömer ve Ebu Musa tepki göstermişlerdi, çoğunluk ise buna ruhsat vermişti. İkinciye (Kur'an'ın tefsiri) gelince, Şa'bı gibi tabiun alimlerinden bir grup bunu reddetmişlerdir. Üçüncüye gelince (fıkhı meselelerin tedvini) buna Ahmed b. Hanbel ve sayıca az bir zümre tepki göstermişlerdir. Aynı şekilde Ahmed b. Hanbel'in ondan sonrakine tepkisi de şiddetli olmuştur. Sonradan ortaya çıkan şeylerden birisi de dini esaslar konusundaki sözlerin tedvinidir. Buna bazıları olumlu tavır takınırken, bazıları karşı durmuşlardır. Buna olumlu bakanlar (Allah'ı başka bir şeye) benzetecek dereceye düşmüşler, diğerleri ise inkarda ileri gidip, bunların tamamını yok kabul etmişlerdir. Ebu Hanife, Ebu Yusuf, Şafii gibi selef bilginlerinin buna tepkisi şiddetli olmuştur. Onların, kelamcıları kınama konusundaki ifadeleri meşhurdur. Bunun sebebi kelamcıların Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabının söz etmedikleri konularda konuşmalarıdır. İmam Malik'in "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebu Bekir, Ömer döneminde heva ve hevesten hiçbir şey yoktu -O, bununla Haricilerin, Rafızlıerin ve Kaderiyenin bid'atlerini kastetmektedir.- Faziletli olan ilk üç nesilden sonra gelenler tabiun ve etbau't-tabiın imamlarının inkar ettikleri bir çok konuda geniş davranmışlar, bununla da yetinmeyerek dini meseleleri Yunan kelamı ile birbirine karıştırmışlar, filozofların sözlerini asıl kabul ederek ona muhalif olan haberleri tevil ile -çirkin bile kaçsa- bu asla bağlamışlardır. Sonra bununla da yetinmemişler, tertip ettikleri şeyin ilimIerin en şereflisi ve en önce öğrenilmesi gereken ilim olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Onlara göre üzerinde ittifak ettikleri bu şeyleri kullanmayanlar avamdan olup, cahildirier. Netice olarak mutluluğu elde edecek kişi, selef bilginlerinin yoluna yapışan ve halefin uydurduklarından kaçınandır. Bu uydurma şeylere mutlaka yapışacaksa ihtiyacı kadarıyla yetinsin ve birinciyi asıl hedef olarak alsın. Başarıya ulaştıracak olan Yüce Allah'tır. Ahmed b. Hanbel'in ceyyid bir isnadla nakline göre Gudayf b. el-Haris şöyle demiştir: Abdulmelik b. Mervan bana şöyle bir haber gönderdi: "Biz insanları Cuma günü minber üzerinde imamın ellerini kaldırması, sabah ve ikindi namazından sonra cemaate va'zetmesi konusunda görüş birliği oluşturduk." Gudayf şöyle demiştir: Bahsettiğim bu iki mesele bence sizin bid'atlerinizin en bariz olanıdır. Ben size bu iki konuda cevap verecek değilim. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu. "Herhangi bir kavim bir bid'atı ortaya çıkarır çıkarmaz sünnetten onun kadar bir şeyi giderir. Bir sünnete yapışmak, bir bid'atı ortaya çıkarmaktan daha hayırlıdır. "(Ahmed b. Hanbel 4, 105) Bu sünnette aslı olan bir konuda sahabinin cevabı olunca, sünnette dayanağı olmayan bir hususta ne cevap vereceğini zannedersin! Sünnete muhalif olan bir şeyi içinde bulunduran şeye karşı ne tepki vereceğini düşünürsün! "Ümmetimin herbir ferdi -kaçınanları yan çizenler hariç- cennete girecektir." urada yer alan "........" fiili "el=kaçındı / yanaşmadı / yan çizdi" anlamınadır. Ifadenin zahirinden anlaşılan bu genelliğin sürekli olduğudur. Çünkü ümmetin herbir ferdi cennete girmekten kaçınmaz. Zaten bundan dolayı orada bulunanlar "Kaçınanlyan çizen/yanaaşmayan kimdir?" diye sormuşlardır. Buradan anlaşılıyor ki cennete girmekten kaçınmanın onlara isnadı, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetinden kaçınmanın -bu ona isyandır- mecazi anlatımıdır. Ahkam Bölümünün baş tarafında "Her kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiştir" şeklindeki Ebu Hureyre hadisi ve geniş bir açıklaması geçmişti. "Melekler 'Bunu ona tevil edin de anlasın' dediler." Tabir alimlerinin "Rüyada tabir yapıldı mı ona itibar edilir" şeklindeki görüşleri, bu ifadeden alınmıştır demişlerdir. İbn Battal şöyle der: "Bunu ona tevil edin" ifadesi rüyanın rüyada tabir edildiği üzere olduğunu gösterir demişlerdir. Ancak bu tartışılır. Zira rüyayı gören Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve görülen melek olduğundan dolayı bu hükmün bu olaya mahsus olma ihtimali vardır. Netice olarak bu başkaları hakkında geçerli bir kuralalamaz. "Muhammed' e itaat eden, AIlah'a itaat etmiş olur." Çünkü o sözkonusu ziyafetin sahibinin elçisidir. Her kim bu davete icabet eder ve o eve dahil olursa o ziyafetten yer. Bu da cennete girmenin kinayeli anlatımıdır. Bunun açıklaması Sa'id'in rivayetinde daha önce geçmişti. O rivayet şöyleydi: "Sen ya Muhammed! Allah'ın Resulü! Kim sana icabet ederse cennete girer. İslama giren cennete girer. Cennete giren orada bulunanlardan yer." "Eğer sağa veya sola saparsanız." Yani sözkonusu duruma muhalefet ederseniz. Huzeyfe'nin ifadesi Yüce Allah'ın "Şüphesiz bu benim doğru yolumdur. Buna uyun, (başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah 'ın yolundan ayırır"(En'am 153) ayet-i kerimesinden alınmıştır. Merfu hükmünde olan bu Huzeyfe hadisi, muhacir ve ensardan ilk nesiin faziletine işaret etmektedir. Zira onlar istikamet üzere yürümüşler, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda şehit düşmüşler veya ondan sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yolu üzere yaşamışlar, sonra şehit düşmüşler ya da yataklarında vefat etmişlerdir. Çıplak uyarıcı ile ilgili olan dokuzuncu Ebu Musa hadisinin açıklaması Rikak Bölümünde Günahlardan Vazgeçme başlığı altında geniş bir şekilde açıklanmıştı. "Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedr geldi." Yani Uyeyne el-Fezari geldi. Bu Uyeyne sahabeden kabul edilmektedir. Uyeyne cahiliye döneminde cesaret, cehalet ve katılıkla meşhurdu. Meğazi Bölümünde ondan söz edilmektedir. Uyeyne daha sonra Mekke'nin fethinde Müslüman oldu ve Nebi s.a.v. ile birlikte Huneyn savaşında bulundu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem müellefe-i kulub ile birlikte ona bağışlarda bulundu. Uyeyne'nin Ebu Bekir ve Ömer'le birlikte yaşadıkları bir olay vardır. O Ebu Bekir' den bir toprak parçası istedi. Ömer ise bunu kabul etmedi. İmam Buhari bu olayı et-Tarihu's-Sağir isimli eserinde zikreder. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "el-ahmaku'l-muta' = itaat edilen ahmak" adını verdi. Uyeyne Nebilik iddiasında bulunan Tulayha el-Esedl'ye uyanlardan biriydi. Müslümanlar, mürtedlerle yaptıkları savaşta onlara galip gelince, Tulayha firar etti, Uyeyne ise esir düştü. Ebu Bekir onu getirdi ve tövbe etmesini istedi, o da tövbe etti. Uyeyne'nin Medine'de Hz. Ömer'in huzuruna gelmesi durumu düzeldikten ve fetihlerde bulunduktan sonradır. Uyeyne' de bedevilere mahsus katılık vardı. "O, Ömer'in yakın adamlarındandır." Sözünün anlamı şöyle izah edilir: Buhari bundan sonra bunun sebebini şöyle açıklar: "Kurra" yani ibadete düşkün olan alimler "Ömer'in meclisine gelip gidenlerdi." Bu ifade, el-Hurr'un da bu özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. "Senin bu emırin (halifenin) katında herhangi bir itibarın var mı?" Bu Uyeyne'nin katılıkları arasındadır. Çünkü "bu emir" diyeceğine, "emırü'lmu'min!n" diyebilirdi. Fakat o büyüklerin mertebelerini bilen biri değildi. "Benim için izin istesen de onunla başbaşa görüşsem." Zira Ömer evine çekildiği ve istirahat ettiği zamanlar hariç insanlardan kaçınan bir halife değildi. Bundan dolayı Uyeyne'ye "Kendisiyle baş başa kalabilmen için ondan izin isteyeceğim" demiştir. İbn Abbas dedi ki: "O" yani el-Hurr, "Uyeyne için izin istedi." Uyeyne içeri girince, "Ey Hattab'ın oğlu" dedi. Buradaki "Ey Hattab'ın oğlu" ifadesi de Uyeyne'nin kaba davranışlarından biridir. Çünkü "emıru'l-mu'minın" diyeceğine "Ey Hattab'ın oğlu" demiştir. "Allah'a yemin olsun ki bize çok vermiyorsun" yani çok vermeyeceksin. İfadede geçen "el-cezel" kelimesinin aslı, büyük miktarda odun demektir. "Hatta onu dövmeye kalkıştı." "........=onu aşamadı" cümlesinin manası, ayetin delalet ettiğinin dışında bir şey yapmadı. Tam tersine onun gereğine göre amel etti demektir. Bundan dolayı "Ömer, Allah'ın kitabının hükmü nerede ise orada dururdu" ifadesini kullanmaktadır. Yani o Allah'ın kitabında olanlarla amel eder ve onu bir yana bırakıp, daha ileri gitmezdi. Bu ifade "Bu ayet muhkemdir" görüşünü taşıyan çoğunluğun yaklaşımını takviye etmektedir. Taberi bu konuda selef alimlerinin görüşlerine yer verdikten sonra -ki bunların arasında ayetin kıtal ayetiyle neshedildiği kanaatini taşıyanlar bulunmaktadır.- Şöyle demektedir: En doğru olanı ayetin mensuh olmadığıdır. Zira Yüce Allah müşriklere meydan okuyarak Nebiine öğretisini bildirmektedir. Ayette neshe delalet eden bir unsur yoktur. Sanki ayet Hz. Nebie müşriklerden savaşması emredilmeyen kimselerle nasıl yaşayacağını tarif etmek için indirilmiştir ya da bununla Müslümanlara eğitim verilmek istenmiş ve daha öncekilerin bağışlama vasfını almaları emredilmiştir. Dolayısıyla bu, vacip olmayan hususlarda insanların birbirleriyle nasıl yaşayacaklarının Yüce Allah tarafından öğretilmesidir. Vacip olana gelince, bunu gerek yaparak, gerekse yapmayarak mutlaka yerine getirmek gerekir. Rağıb şöyle demiştir: "Af yolunu tut" ifadesinin manası alması kolayolanı al demektir. Bazıları insanlara af ile muamele et anlamına gelir demişlerdir. Buna göre mana, insanların fiillerinden ve ahlaklarından sana kolayolanı külfetsiz olarak aL. Onlardan güçlerini bitirecek olan şeyleri ve kendilerine zor olanları talep etme ki nefret edip kaçmasınlar demek olur. Bu tıpkı "Kolaylaştmnız, zorlaştırmayınız" hadisi gibidir. "Sizi bıraktığım sürece ... " Yani sizleri herhangi bir şeyi emredip, yasaklamaksızın kendi halinize bıraktığım sürece. Bu emirden maksat, hakkında vaciplik veya haramlık iner korkusuyla henüz vuku bulmamış şeyin hükmünü sormayı terk etmek ve çok soru sormayı bırakmaktır. Zira bu, genellikle kargaşa ve inatlaşmaya götürür. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu emri vermesinin bir başka sebebi mükelleflere ağır gelecek bir cevap verilmesi endişesidir. Bu bazen o emre sarılmayı terke ve neticesinde emre aykırı davranmaya sebep olur. "Size bir şeyi yasak ettiğim de ondan kaçınınız." Burada geçen yasaklık, bütün yasaklıkları kapsamaktadır. Bundan içki içmek örneğinde olduğu gibi mükellefe zorla yaptırılan şeyler müstesnadır. Çoğunluğun görüşü bu doğrultudadır. Bazıları bu görüşe muhalefet etmiş ve genelliği esas alarak şöyle demişlerdir: Bir günahı işlemeye yapılan zorlama o günahı mubah kılmaz. Ancak doğru olanı, ortada geçerli bir zorlama olduğu takdirde sorumluluğun olmadığıdır. Bazı Şafı alimleri bu hükümden zinayı istisna etmişler ve şöyle demişlerdir: Zina konusunda zorlama olacağını tasavvur etmek mümkün değildir. Zira zorlama altında zina eden kimse adeta bu fiile devam etmek istiyor gibidir. Aksi takdirde bir kimsenin sebepsiz yere cinselorganının sertleşmesi, sonra ilişkiye zorlanması ve bunu nikahı olmayan bir kadınla gerçekleştirmesinde herhangi bir mani yoktur. Böyle bir durum imkansız değildir. Kişi zinayı kendi irade ve isteğiyle yaparsa zinakar olur. Netice olarak zinaya zorlama tasavvur edilebilir. "İçki gibi haram olan bir şeyle tedavi, susuzluğu gidermek ve boğaza dikilen bir lokmayı aşağıya indirmek caiz değildir" diyenler delilolarak bunu göstermişlerdir. Şafil mezhebinde sahih olan görüşe göre canı korumak amacıyla üçüncünün yani boğaza dikilen şeyi haram olan bir içecekle aşağıya indirmenin caiz olduğudur. Bu durum, darda kalan bir kimsenin ölü etini yemesine benzer. Haram nesneyle tedavi ise böyle değildir. Zira o konuda yasaklık vardır. Müslim'in (Müslim, Eşribe) Vail'den nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem içkinin deva değil, hastalık olduğunu ifade etmiştir. Ebu Davud'un (tıb) Ebü'd-Derda'dan nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Haramla tedavi olmayınız" buyurmuştur. Ebu Davud'un Ümmü Seleme'den naklettiği bir başka hadis şöyledir: "Yüce Allah ümmetimin şifasını onlara haram kıldığı şeylerde yaratmamıştır." Susuzluğa gelince, içki içmekle susuzluk gitmez. Zira bu haram bir şeyle tedavi niteliğindedir. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir. Gerçek olan şudur ki yasak olan şeyden kaçınma emri, -darda kalanın ölü eti yemesi örneğinde olduğu gibi- yasak olan bir fiili işleme izni sözkonusu olmadığı sürece genelliği üzeredir. "Bir şeyi emrettiğimde onu gücünüz yettiği kadar yapınız." Yani onu gücünüz yettiği oranda işleyiniz. Nevevı şöyle demiştir: Bu cümle cevamiu'l-kelim örneklerindendir ve İslamın kaidelerinden biridir. Birçok ahkam bu hükme dahildir. Namazın bir rüknünü veya şartını yerine getirmekten aciz olan kimse, gücünün yettiği kadarını yapar. Abdest, avret yerini örtme, Fatiha'nın bir kısmını ezberleme, tamamını vermeye gücü yetmeyen kimselerin fitrenin bir kısmını vermesi, bir mazerete dayalı olarak Ramazan' da orucunu bozan, sonra gün içinde oruç tutabilecek güce sahip olan kimsenin günün kalan kısmında oruçlu durması. Daha bunun dışında açıklaması uzun sürecek bir çok mesele buraya dahildir. Bir başkası şöyle demiştir: Hadise göre bazı şeyleri yapmaktan aciz olan kimseden gücünün yettiğini yapması sorumluluğu düşürmez. Bazı fıkıh bilginleri bunu şöyle formüle etmişlerdir: Meysur (güç yeten hareket), ma'sur ile (zor olan şeyle) düşmez. Aynı şekilde namazın bazı fiillerini yerine getirmeye gücü yetmeyen kimseden, gücünün yettiği rükünleri yapmasının sorumluluğu düşmez. Bu hadisten şari' tarafından yasaklık sabit olmadığı sürece bütün eşyada aslolanın mubah olduğu sonucu çıkarılmıştır. Yine meseleleri çoğaltmanın ve bu konuda derinlemesine gitmenin yasaklığı, bu hadise dayandırılmıştır. Beğavı Şerhu's-Sünne isimli eserinde şöyle der: Meseleler iki yönlüdür: Birincisi dini konulardan ihtiyaç duyulanları öğretme tarzındadır. Bu caizdir hatta "Eğer bilmiyorsdnız, bilenlere sorunuz" (Nahl 43) ayet-i kerimesi dolayısıyla bu, emredilmiştir. Sahabilerin enfal, kelale ve başka konularda sordukları sorular bu tür sorulardır. İkincisi soru sorarak karşı tarafı köşeye sıkıştırma ve yapmacık davranma yollu sorulardır. Bu hadiste kastedilen bu tip sorulardır. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir. Sözkonusu yaklaşımı hadiste bunu yasaklama ile ilgili gelen ifadeler ve selefin kınaması teyit etmektedir. Ahmed b. Hanbel'in Muaviye'den nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İnsanı hataya düşüren zor meseleleri sormayı yasaklamıştır."(Ahmed b. Hanbel, V, 435) Evzaı şöyle demiştir: Hadiste geçen "el-uğIut...' zor olan meselelerdir. Evzai de şöyle demiştir: "Yüce Allah, kulunu ilmin bereketinden mahrum etmek istediğinde onun diline yanıltıcı sorular sordurur. Ben bu kimseleri insanların arasında ilmi en az olan güruh olarak gördüm." İbn Vehb'in na.kline göre İmam Malik şöyle demiştir: "İlimde riyakarlık, ilmin nurunu insanın kalbinden alıp götürür." İbnü'l-Arabi ise şöyle der: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminde soru sormanın yasaklığı, onlara ağır gelecek hükümlerin inebileceği korkusuna dayanıyordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den sonra artık bu korkudan emin olunmuştur. Fakat selef bilginlerinden konuşmanın mekruhluğuna dair gelen nakillerin çoğunluğu, henüz vuku bulmamış meselelerle ilgilidir." İmam Malik şöyle der: "Bu -alimler hariç- haram değilse mekruhtur. Alimler ise meseleleri dallara ayırmışlar, hazır hale getirmişlerdir. Yüce Allah onlardan sonra gelenleri bu hükümlerle yararlandırmıştır. Özellikle alimler gittikten ve ilim yeryüzünde yok olduktan sonra. Bir alim için mekruhluk, bu fiilin onu bundan daha önemli olan şeyle ilgilenmekten alıkoyması durumunda sözkonusu olur. Dolayısıyla çok vuku bulan şeyi nadiren meydana gelenlerden ayırmakta fayda vardır. Özellikle öğrenilmesinin kolayolması açısından muhtasarlarda böyle davranmalıdır. Yardım dilenecek tek varlık Yüce Allah'tır. Hadis-i şerif şu anda ihtiyaç duyulmayan şeyi bırakarak acilen ihtiyaç duyulan daha önemli şeyle meşgulolmak gerektiğine işaret etmektedir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem adeta şöyle buyurmaktadır: Emredilenleri yapıp, yasak edilenlerden kaçınmalısınız. Henüz vuku bulmamış şeylerin hükmünü sormakla meşgulolmak yerine bunlarla meşgulolunuz. Bir müslümanın Yüce Allah'tan ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den gelen şeyleri araştırması, sonra bunları anlamak için çaba harcaması ve ne anlama geldiği konusunda kafa yorması daha uygundur. Müslüman bundan sonra öğrendikleriyle amel etmekle meşgulolur. Bunlar ilmi şeylerdense bunları doğrulamakla ve hakikatine inanmakla meşgulolur. Şayet ameli hususlardan ise bütün gücünü onları yapmak ve yapmamak noktasında harcar. Buna karşılık kişinin ilgisi emir ve yasağı duyduğunda duyduğu şeyin gereğine göre ameletmekten yüz çevirerek vuku bulması mümkün olan veya olmayan birtakım durumları öngörmeye yönelikse işte bu, yasaklık kapsamına giren hareketlerdendir. Dinde ah karnı derinlemesine öğrenmeye çalışmak ancak -cedel ve tartışma maksadıyla değil- gereğince amel etmek maksadıyla olunca güzel bir fiil olarak kabul edilir
ہم سے اسماعیل بن ابی اویس نے بیان کیا، کہا مجھ سے امام مالک نے بیان کیا، ان سے ابوالزناد نے، ان سے اعرج نے، ان سے ابوہریرہ رضی اللہ عنہ نے کہ نبی کریم صلی اللہ علیہ وسلم نے فرمایا ”جب تک میں تم سے یکسو رہوں تم بھی مجھے چھوڑ دو ( اور سوالات وغیرہ نہ کرو ) کیونکہ تم سے پہلے کی امتیں اپنے ( غیر ضروری ) سوال اور انبیاء کے سامنے اختلاف کی وجہ سے تباہ ہو گئیں۔ پس جب میں تمہیں کسی چیز سے روکوں تو تم بھی اس سے پرہیز کرو اور جب میں تمہیں کسی بات کا حکم دوں تو بجا لاؤ جس حد تک تم میں طاقت ہو۔“
আবূ হুরাইরাহ (রাঃ) নবী সাল্লাল্লাহু আলাইহি ওয়াসাল্লাম থেকে বর্ণনা করেছেন। তিনি বলেছেনঃ তোমরা আমাকে প্রশ্ন করা থেকে বিরত থাক, যে পর্যন্ত না আমি তোমাদের কিছু না বলি। কেননা, তোমাদের আগে যারা ছিল, তারা তাদের নবীদেরকে বেশি বেশি প্রশ্ন করা ও নবীদের (নবীদের) সঙ্গে মতভেদ করার জন্যই ধ্বংস হয়েছে। তাই আমি যখন তোমাদেরকে কোন ব্যাপারে নিষেধ করি, তখন তাত্থেকে বেঁচে থাক। আর যদি কোন বিষয়ে আদেশ করি তাহলে সাধ্য অনুসারে মেনে চল। [মুসলিম ১৫/৭৩, হাঃ ১৩৩৭, আহমাদ ৯৭৮৭] (আধুনিক প্রকাশনী- ৬৭৭৮, ইসলামিক ফাউন্ডেশন)
நபி (ஸல்) அவர்கள் கூறினார்கள்: நான் எதை (செய்யுங்கள் என்றோ, செய்ய வேண்டாமென்றோ ஒன்றும் கூறாமல்) உங்களு(டைய முடிவு)க்கு விட்டுவிட்டேனோ அதை(ப் பற்றி எதுவும் கேட்காமல்) நீங்களும் விட்டுவிடுங்கள். உங்களுக்குமுன் வாழ்ந்தவர்களை அழித்ததெல்லாம் அவர்கள் தங்கள் இறைத்தூதர்களிடம் (அதிகமாகக்) கேள்வி கேட்டதும் அவர்களுடன் கருத்து வேறுபாடு கொண்டதும்தான். ஒன்றைச் செய்ய வேண்டாமென உங்களுக்கு நான் தடை விதித்தால் அதிóருந்து நீங்கள் விலகிக்கொள்ளுங்கள். ஒன்றைச் செய்யுமாறு உங்களுக்கு நான் கட்டளையிட்டால் அதை உங்களால் முடிந்த அளவுக்குச் செய்யுங்கள். இதை அபூஹுரைரா (ரலி) அவர்கள் அறிவிக்கிறார்கள். அத்தியாயம் :